14 Ağustos 2016 Pazar

Muslera Süper Kupa


Turkcell Süper Kupa'da normal süresi 0-0, uzatmaları 1-1 biten maçta Galatasaray, Beşiktaş'ı penaltılarla 4-1 yenerek üst üste ikinci, toplamdaki beşinci zaferini elde etti. Seri penaltılarda 2 penaltı kurtaran ve gol görmeyen Fernando Muslera geceye damgasını vururken maçın da en iyi oyuncusu seçildi.

11 Ağustos 2016 Perşembe

Bir 'Barça' elveda...


Futbol tutkunlarının kendi ülkeleri dışındaki takımları da desteklemeleri görülebilen bir adet. Bunun altındaki en temel sebep daha kaliteli, daha "futbolsu" oyunlar izleyip memnun olma amacı. Peki tutulan takımları değiştirmek ne kadar doğru görülür futbol aleminde? En kabaca "döneklik" denir. Maalesef. Peki o arma artık taraftarına aynı tadı vermiyorsa? Destekleme sebeplerinden adım adım uzaklaşmışsa? Zorla devam edilecek değil ya!

Tanıl Bora, "Nasıl Gençlerli Oldum" adlı klasikleşmiş yazısında Galatasaray taraftarlığından Gençlerbirliği taraftarlığına "dönüşünü" çok güzel anlatır. Bilen bilir. Merak edenler için;
http://www.gencler.org/okumalik.php?id=11
Yazıdaki şu cümleler de benim derdimi biraz olsun anlatır; ""Takım değiştirme"nin pespâyece bir şey olduğunu düşünen futbolsever dostlarım, oligarşi-içi bir transfer yapmadığım için durumumu hoşgörüyorlar ama yine de biraz şüpheyle bakıyorlar."

Benim Avrupa'da fazlası ile takım tuttuğum malum. Listeyi sayalım; İngiltere'den Liverpool; İtalya'dan Juventus; İspanya'dan Barcelona; Fransa'dan Lyon; İzlanda'dan Stjarnan; Almanya'dan Freiburg; Çek Cumhuriyeti'nden Mlada Boleslav...
Fazlaymış gibi hissedebilirsiniz. Ancak oyunu gerçekten sevince ve bir de günümüzün imkanları arttıkça tuttuğunuz takım sayısı bollaşabiliyor. Socrates'in Temmuz 2016 sayısında da Onur Erdem benzer noktaya temas ediyor.

Şimdi tekrar Bora'nın bahsettiği oligarşi dışı dönüşe gelelim. Takımlarımın ilk üçü elit, fazla kodaman. Onlardan da Barcelona, yani taraftarca söylersek Barça ise bu işin daha çok abartanı. Evet yıllar süren, adım adım gelen son, kapıya dayandı. Artık Barcelona'da o eski havayı, o özlediğim tadı bulamıyorum. Sebepleri çok; son dönemdeki vergi haberleri, 3 haneli paralar, istatistik zehirlenmesi, reklamlı forma, yapaylaşma. Bunlar için sevmemiştim. Çok değil 10-15 sene önce beğenip tutmaya başlarken çok ama çok farklı, özel bir havası vardı Barcelona'nın. Artık veda vakti...

Diğer takımlarda bunlar yok mu? Var. Ama Barcelona böyle değildi en azından.

İspanya'yı boş bırakmak da istemiyorum bir yandan. Uzun bir süredir "yükselenim" olan Valencia artık yeni adresim diyebilirim. Tabi bunun da nedenleri çok; Hayatımda tv'den naklen izlediğim ilk Şampiyonlar Ligi Finali'nin (2001) taraflarından birisi olması, Benitez'e olan hayranlığımın etkisi, mütevazı kadrosu, iyi ama süper olmayan oyuncuları. Öte yandan çok da kötü olmayıp bir başarı potansiyelini taşıması. Evet Avrupa'da bir takım tutuyorsak çile çekmeye gerek yok. Biraz da kupalara aday olsun açıkçası. Doğruya doğru.













Geçen sezonki 12.'lik sebebiyle Yarasalar bu sezon sadece İspanya sınırları içinde kalacak. Elbette bu durum çok uzun sürmez. Ligi artık daha başka bir heyecanla bekleyeceğim.

Son dönemin geleneği, özellikle transfer dedikodularında sıkça gördüğümüz bir "kanıtı" da ekleyelim buraya; Instagram takibi.


E artık hayırlara vesile olsun. :) Barça'dan geriye kalan tek iz, çantam olacak. O da kalsın öyle...

10 Ağustos 2016 Çarşamba

1 Numara'ya gecikmiş bir yazı...


Tatilin tatlı düzensizliği ve alçak darbe girişiminin yankıları derken bloga vakit ayıramadım, arayı soğuttum. Bu süre zarfında aklımdaki en temel konuların başında Euro 2016 finali ama onun da üstünde Ronaldo geliyordu.

Bu yaz iki dünya yıldızı Messi ve Ronaldo'nun ülkeleri ile mücadelelerine denk geldik. Hani normalde Copa America geçen yıl düzenlenmişti. 100. yıl onuruna bu yaz bir kez daha yapıldı. Üstüne Euro 2016 da olunca ara ara duyduğumuz "bilmem ne gezegeni Dünya'ya yaklaşıyor" içerikli haberler misali ender bir futbol hadisesi yaşandı.

Ve bu iki turnuva bu iki ismin gözyaşları ile hatırlanacak.

İlk netice Güney Amerika'dan geldi. Messi ve ülkesi geçen sene normal Copa America'da olduğu gibi yine Şili'ye, yine penaltılarla yenilerek kupayı kaçırdı. Messi penaltı atamayanlardan biriydi. Üzüntüsü ilk başta yürekleri acıttı. Buna karşın ardından gelen "artık bu kaçıncı final ben milli takımı bırakıyorum" demeci sevenlerini kendinden soğuttu, sevmeyenlerine malzeme çıkardı. Messi oyundan zevk almak yerine kupa endeksli olduğunu kanıtlayınca kaybedenler arasına yazdırdı adını.


İşin Avrupa ayağında ise sıkıcı maçların kapladığı turnuvada ev sahibi Fransa, Portekiz ile finale kaldı. 2004'te daha çok gençken kupayı kaçıran Ronaldo için yeni bir fırsat doğmuştu. Aldığı darbe sonrası büyük bir hüzünle oyunu terk eden Portekizli, tutkunun, oyun aşkının kupayla ölçülemeyeceğini kanıtlıyordu. Arkadaşı Eder, O'na ve tabi ki ülkesine kupayı kazandırırken yıllardır iki yıldız için söylenen "ülkeleri ile kupa alsınlar bakalım!" düsturu da sonucunu veriyordu. Evet artık Ronaldo, dünyanın 1 numarası oldu. Tarih kendisini çok ama çok güzel yazdı 11 Temmuz'un ilk saatlerinde...