22 Aralık 2016 Perşembe

Dünya Real'itesi


Japonya'da düzenlenen 2016 FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda ev sahibi Kashima Antlers'i 4-2 yenen Real Madrid şampiyon oldu. Bana da bu fotoğrafın üstüne boyalı spor gazetesi manşeti atmak kaldı.

6 Aralık 2016 Salı

Cennet'te şampiyon bir takım...


Geçen hafta Brezilya takımı Chapecoense'nin yaşadığı acı uçak kazasının ardından o dramı anlatacak bir şeyler yazamadım. Trajedilerine çok ama çok üzülmüştüm. Her canın kıymeti var tabi ki. Ancak insanın ilgi alanına göre bazı ölümler daha bir fazla yürek sızlatabiliyor. Neyse ki mutlu gelişmeler de oluyor; Chape'nin, Copa Sudamericana finalinin ilk maçını oynamak için gittiği Kolombiya deplasmanında kaza geçirmesi sonrasında rakibi Atletico Nacional kupanın Brezilya ekibine verilmesini istemişti. Dün de CONMEBOL bunu kabul etti ve şampiyonun Chapecoense olduğunu ilan etti. Cennet'teki futbol emekçilerine kutlu olsun...

Elim kaza sonrası şu iki çizim benim hafızalarımda yerini aldı;


20 Kasım 2016 Pazar

#Kocaelispor


Spor Toto 3. Lig 1. Grup'taki Kızılcabölükspor maçı öncesi Kocaelispor, AKP'nin rezil cinsel istismar önergesine bu pankartla tepki gösterdi. Büyüklük, Süper Lig'de olmayınca da kaybolmuyor...

15 Kasım 2016 Salı

Uluslararası futbol üzerine bir gelecek yazısı


Yaz sonundan beri yaşanan "Arda krizi", Ozan'ın İzlanda maçında sakatlanmasının ardından Fenerbahçe cephesinin düşünceleri, Almanya'da Müller'in kibri, İngiltere'nin vahim kadersizliği derken gözler yine milli takım futboluna çevrildi. Çok yüksek tonda olmasa da bu alanın geleceğini tartışanlar var. Şampiyona elemelerinin kaldırılmasını, sadece direkt olarak Olimpiyat misali geniş katılımlı futbol şampiyonalarını isteyenler, "ezik" ülkelerin milli takımlarını gereksiz görenler, kapatılmalarını savunanlar ve komple bu işin manasızlaştığını düşünenler... Gerçekten de uluslararası futbolda değişim vakti geldi mi?

Orwell'ın silahsız savaş olarak nitelediği milli futbol karşılaşmaları, ülkelerin dünyanın en popüler sporunda en "bizim çocuklar" halleriyle yer aldıkları sahne. 1930 FIFA Dünya Kupası ile ilk sistematik adımların atıldığı ama asıl yükselişini 2. Dünya Savaşı sonrası ortamda bulan bu futbol türü 2000'lere çok iyi giremedi desek yeridir. O büyük milli yıldızlar, 98 Dünya Kupası'nda, Euro 2000'de kaldı.

1990'lı yıllardan itibaren yayıncılığın gelişmesinin doğal sonucu olarak, endüstriyel futbolun buram buram para kokularını saçtığı futbolda milli takım ikonları yıkıldı. UEFA'nın Şampiyonlar Ligi hamlesini başlatmasıyla kulüpler futbolu önlenemez yükselişini hızlandırdı. İşin transfer boyutunu da unutmamak gerek. Futbolculara serbest kalma hakkının tanınması, Avrupa dışındaki kıtalardan futbolcu yağışının yoğunlaşması, popülerliği bu tarafa kaydırdı. İletişim öğrencilerinin sıklıkla duymaya alıştığı, McLuhan'ın gezegenimiz için dile getirdiği "küresel köy" düsturu dünya vatandaşları için gerçekleşmiş midir bilinmez ama top tepicileri için tartışılmaz bir somut hal aldığı kesin. Bugün baktığımızda 11 yabancı futbolcuya kadrosunda yer veren kulüpler, farklı ülkelerden gelen yatırımcılara kendini bırakan takımlar malum. Öyle ki milli takımlarda bile o ülkede doğmamış hatta milli formasını giyene kadar o topraklarla alakası olmamış yüzler görmemiz mümkün. Hal böyleyken "yabancı sınırlaması" diye tutturanlara da ayrı bir paylaşımda yer vermek lazım.

Mali pencereyi de unutmamak gerek. Artan devasa gelirlerle artık neredeyse yedek kulübesinde bile oturmanın prim maddesi olarak konulduğu devirdeyiz. Dakikada kazanılan paralar üzerinden yapılan kalıp haberler zaman zaman karşımıza düşüyor. Bu vaziyette milyonlar kazanan isimlere ayda bir San Marino, Cebelitarık, Malta, Lihtenştayn maçları yaptırmak tabi ki zulüm gibi geliyor ne yazık ki. Hele bir de boş beleşe ter döküyorsa. Artık bilekler kesildiğinde ülkelerin bayrağındaki renkler akmıyor. O devir geçti. Futbolcu, bilgi, metot, bilimsel veriler istiyor. Kariyerim daha fazla ne kadar iyi olabilir diye düşünüyor. Hamaset söylemleri sahada kendini hissettiremiyor. 20-25 sene önce bu işin ekmeğini yiyen bir teknik adamın milli takımımızın başında bu kez kendisini gösterememesi, gösterse de sinir bozucu göstermesi bu yüzdendir belki de?

Bir de "gözden ırak olma" durumunu es geçmeyelim. Kulüplere bağlılık her hafta oynanan maçlarla ortaya serilirken ayda bir hatta üç dört ayda bir maç yapan milli takım kimin umurunda olur? Hele bir de tutulan takımın ezeli rakibinin futbolcularını da orada görme hali? Zaten Milli Takım'ı İstanbul'dan kaçıran da buna benzer bir şey değil miydi?

Artık taraftarlık aidiyetleri kulüpler üzerinden tanımlanıyor. Sorunlu bir milli takım varsa iyice boş vermişlik kendisini gösteriyor. Tıpkı bizimkisi gibi. Aylardır dillere düşen Arda - Terim gerginliği bir yere varamadı. Geçici çözümlerle nereye kadar gidecek bekliyoruz. Böyle suni gerginliklerle zaten insanın destekleyeceği varsa o da kaçıyor.

Maradona Arjantin forması ile zihnimize kazınmışken, Messi neden Barcelona forması ile akıllarda canlanıyor? ("Messi Barça dışında iyi oynayamıyor ya!" ezberciliğini lütfen dışarı alalım.) Çünkü artık odak noktası kulüpler futbolu. Takımları kaybettiğinde ağlayanlar milli takımı yenilince "aman be" çekip kanal zaplayabiliyor.

Durum böyleyken benim kişisel önerilerim var;
*Milli takımlar sabit oyuncularla, kendi ekonomisini döndüren yapılar olsun.
*Buralarda oynayanlar sadece ama sadece o milli takımda forma giysin.
*Kulüpler futbolu bir yanda devam ederken ülkeler kendi aralarında geniş geniş liglerde kapışsın.
*Kulüplere oyuncu verip, oralardan oyuncu alabilsinler.
*Federasyonların bünyesinde milli takım başkanları olsun. Ve mümkünse eski futbolculardan tercih edilsin.
*Bu alana gönül verebileceğini düşünenler kadrolarda yer alsın.

Bu devamlılık sağlanırsa, cıvıklaşmanın önünü alamayan kulüpler futbolu tahakkümü belki durulmuş, etkisi kırılmış olur. Hem küreselleşmeye de inattır bakarsınız? "Bizim çocukların", yerel kültürlerin sahaları onlarda kalır böylece. Yakın bir zamana kadar milli takım futbolunun kalkmasını isterdim. Ancak kalkmaması daha hayırlı olacak diye düşünüyorum. Ama düzen böyle sürecekse de olmaz olsun. Hem bu sistemle Terim'ler, Turan'lar milli takımları rahat bırakır ne dersiniz?

Böyle bir naçizane öneri. Beğenilir, beğenilmez...

14 Kasım 2016 Pazartesi

Kitap: Ayak Oyunlarından Akıl Oyunlarına Futbol


Yazar: Ali Ece
Kitap: Ayak Oyunlarından Akıl Oyunlarına Futbol
Yayınevi: Profil Yayıncılık
Baskı Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 192

Köşe yazılarının derlendiği futbol kitaplarından ziyade Ali Ece gerçekten futbolu Türkçede tartışıyor, eğiyor, büküyor. Almanya, İngiltere ve Portekiz'den modeller sunarak "birilerine" yol gösteriyor. Umarım o takım elbiseliler bu yazılanları okur. Ece, sevimli üslubu ve akıcı yazımı ile müthiş bir futbol kitabı kazandırmış kütüphanemize. Ha bu arada bu ilk basım. Kitabın artık yeni baskılarında kapağı farklı.

Kitap: Gol Vuruşu


Yazar: Dan Freedman
Kitap: Gol Vuruşu
Yayınevi: Aksel Yayıncılık
Baskı Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 160

Kahramanımız Jamie Johnson'ın macerası bir tık ileriye gidiyor ve okullar arası finale varıyor. Freedman'ın gerçekçiliğini unutmayın. Jamie Johnson serisi iki kitap olarak dilimize çevrilmiş. Özgün halinde devamı var. Umarım futbol sever miniklerle ve büyüklerle buluşur diğerleri de...

Kitap: Başlama Vuruşu


Yazar: Dan Freedman
Kitap: Başlama Vuruşu
Yayınevi: Aksel Yayıncılık
Baskı Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 160

Esasında çocuklar için yazılmış bir kitap olsa da Başlama Vuruşu futbol tutkunu herkese hitap ediyor. Freedman'ın fazla hayalci, süslü olmayan, gerçekçi kurgusu da kitabı enfes konuma getiriyor. Minik yıldız adayı Jamie Johnson'un geçtiği dikenli yol zaman zaman hüzünlendirse de çalışmaya inanmanın önemi bir anlamda herkese mesaj niteliği de taşıyor.

28 Ekim 2016 Cuma

Gruplara kalmak ya da elenmek...



"Bu kulüp için gruplara kalmak tam anlamıyla intihardır. Bunu net şekilde söylüyorum. Belki birileri kızabilir, belki eleştirebilirler ama ligde çok kısıtlı kadro ile gidiyoruz. Gruplara kaldığımızı varsayın, karşımıza Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray gibi büyük takımlar gelebilir. Biz ligde kalmak için mücadele eden bir takımız. Her oyuncumuzu zinde tutmamız lazım."

Bu sözler Samsunspor Teknik Direktörü Osman Özköylü'ye ait. takımının Menemen Belediyespor ile evinde oynadığı Ziraat Türkiye Kupası 3. Tur maçı öncesi bu açıklamaları yaparken futbolumuzun üzücü bir tablosunu da tekrar hatırlattı.

Ziraat Türkiye Kupası, 2012-13 sezonundan beri "Edirne'den Kars'a haydi Anadolu!" temasıyla yurt çapında büyük heyecanlar yaşatarak oynanıyor. Lakin bu güzel özelliğine rağmen içinde barındırdığı grup detayı ile yine tartışılıyor. İlk iki sezonda 5 tek maçlı eleme turunun ve 4'erli 2 grubun olduğu kupada son 3 sezondur grup öncesi 3 tur düzenlenirken gruplarda ise takımlar 4'erli 8 gruba dağılıyor. Hal böyle olunca bazı takımlar da bir şeyleri "feda" etmek zorunda kalıyor!

Ait olduğu ligde zirve yarışında olan ya da kümede kalma savaşı veren takımlar gruplara "tercihen" katılmıyor. Geriye de uzun yıllardır Süper Lig'den uzak olan ya da hiç o ligin havasını tadamamış şehirlerin takımları kalıyor. Onlar içinse gruplar adeta bir final niteliğini taşıyor ve sadece heyecanına kapılıyorlar maçların. Bu durum 1962 yılından beri düzenlenen köklü ve anlamlı Türkiye Kupası'nın hak etmediği bir tablo.

Burada tabi ki 1 numaralı suçlu Türkiye Futbol Federasyonu. Yine de biraz kulüplerimizde kusur yok mu! "Bu kupa gereksiz", "Ekonomik olarak getirisi yok yeriyle zarar", "Tuzlaspor maçı için koskoca stadı açtık" gibi ukala ukala konuşan Süper Lig kulüplerinin yetkilileri hala anılarda çok taze. Biraz da şikayet etmek yerine 3 günde bir maç yapma alışkanlığına kavuşmak için çabalansa güzel olmaz mı?

Türkiye'yi kaplayan bu format 5. sezonuna girdi ve devam etmeli. Ancak benim kişisel temennilerim olacak. Üstelik bu önerilerle kupa daha zevkli hale gelir. Şöyle ki; gruplar kalksın. Bölgesel Amatör Lig takımları için konulan limitten vazgeçilsin ve tüm BAL ekipleri kupaya alınsın. (Aslında gönül yerel amatör kümelerden de birkaç takım ister ama neyse şimdilik zorlamayalım.) Seri başı saçmalığı son bulsun, ki böylece daha çok sürpriz yaşayabiliriz. Belki hiçbir zaman Fransa Kupası veya FA Cup gibi bir organizasyona bürünemeyecek bizim kupamız ama hiç olmazsa onlara yaklaşabilmesi gerekiyor. Bunu hak ediyor...

Ha bu arada yazının başında sözlerini alıntıladığım Osman Özköylü'nün takımı Samsunspor, Menemen Belediyespor'a 4-1 yenilerek elendi. Hoca için iyi bir netice olsa gerek!

22 Eylül 2016 Perşembe

Başakşehir'den Leicester yapmak...


Lige 4'te 4 ile başlayan Medipol Başakşehir'in asbaşkanı Mustafa Saral'ın bir demecine rastladım.

Şöyle diyor Saral:

"Çok büyük bir camia değiliz. Oyuncularımızın önüne de şampiyonluk gibi bir hedef koymadık. Takımımızı baskı altına almak istemiyoruz. Ama ligi en iyi yerde bitirmek için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Tabii bu futbol, sizi nereye götüreceği hiç belli olmuyor. İngiltere Premier Lig'de Leicester City geçtiğimiz sezon herkesi şaşırtarak büyük bir başarıya imza attı ve şampiyonluğa ulaştı. Umarım biz de Süper Lig'in Leicester City'si oluruz..."

Saral aslında ilk cümlede itiraf ediyor her şeyi. Belediyeden dönüştüğü günden bu yana yapaylığı artık itici bir hale gelen, sponsorlu adlı ile sahalarda arz-ı endam eden bu İstanbul ekibinin Leicester City olması çok da mümkün görünmüyor. Evet iyi bir yapılanma içine girmiş gibi gözükebilirler, sahada iyi sonuçlar da çıkarabilirler ancak Leicester evresi çok farklı nokta.

Türkiye'de 3 İstanbullu'nun işleyişini hele ki son dönemde bozmak çok zor. 2010'da Bursaspor bunu yaptığında tüm ülke mutlu olmuştu. Ancak o Bursa, futbol kültürü, birikimi, tarihi ve seyircisi ile bunu başarmıştı. Leicester da öyle.

2 yıllık bir geçmiş neredeyse geçmiş bile sayılmaz futbol alemi için. Hele bir de itici bir şekilde mirasa konar gibi Süper Lig'den başlamak haliyle birçok kişiyi tatmin etmedi. Eğer dipten doğan bir oluşum olsa belki kimilerine sempatik gelebilirdi. Leicester 132 yıllık ömrü ile bugüne ulaştı. "İkbali de idbarı da gördüler" (Tanıl Bora ve Ziya Adnan'a selam) 132 yılda üst düzey başarı elde etmemiş olmaları Tilkiler'in kötü bir futbol kulübü olduğunu göstermez. Yanlışlar yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri şehirlerini tribünlerden seven Leicesterlılar için geçerli değil. Onlar bunu hak etmişti. Oysa Medipol Başakşehir'in seyirci geleneğinden de bahsetmek çok zor. Tabi bir de açık açık ortada olan siyasi destek de malum. 12 numaralı formayı Erdoğan onuruna emekli eden bir kulüpten bahsediyoruz. Leicester'da bu yoktu. Hatta belki de hiçbir takımda yok.

Böyle Leicester olunmaz. Ha belki şampiyonluk gelir Başakşehir bunu başarır ancak herkesin saygısını kazanırlar mı meçhul...

Bu takıma ya da "oluşuma" saygı ne zaman artar? Bu düzen değiştiğinde de aynı başarısını sürdürür, istikrarını bozmazsa o zaman özür dilerim. Açık ve net. Aksi halde düzenle birlikte tarihe karışırlarsa birçok asırlık çınar kulüplerinin ahı üzerinde olacak.

Her şeyi geçtim Leicester'ın Kasabian'ı var. Peki Başakşehir'in?...

14 Ağustos 2016 Pazar

Muslera Süper Kupa


Turkcell Süper Kupa'da normal süresi 0-0, uzatmaları 1-1 biten maçta Galatasaray, Beşiktaş'ı penaltılarla 4-1 yenerek üst üste ikinci, toplamdaki beşinci zaferini elde etti. Seri penaltılarda 2 penaltı kurtaran ve gol görmeyen Fernando Muslera geceye damgasını vururken maçın da en iyi oyuncusu seçildi.

11 Ağustos 2016 Perşembe

Bir 'Barça' elveda...


Futbol tutkunlarının kendi ülkeleri dışındaki takımları da desteklemeleri görülebilen bir adet. Bunun altındaki en temel sebep daha kaliteli, daha "futbolsu" oyunlar izleyip memnun olma amacı. Peki tutulan takımları değiştirmek ne kadar doğru görülür futbol aleminde? En kabaca "döneklik" denir. Maalesef. Peki o arma artık taraftarına aynı tadı vermiyorsa? Destekleme sebeplerinden adım adım uzaklaşmışsa? Zorla devam edilecek değil ya!

Tanıl Bora, "Nasıl Gençlerli Oldum" adlı klasikleşmiş yazısında Galatasaray taraftarlığından Gençlerbirliği taraftarlığına "dönüşünü" çok güzel anlatır. Bilen bilir. Merak edenler için;
http://www.gencler.org/okumalik.php?id=11
Yazıdaki şu cümleler de benim derdimi biraz olsun anlatır; ""Takım değiştirme"nin pespâyece bir şey olduğunu düşünen futbolsever dostlarım, oligarşi-içi bir transfer yapmadığım için durumumu hoşgörüyorlar ama yine de biraz şüpheyle bakıyorlar."

Benim Avrupa'da fazlası ile takım tuttuğum malum. Listeyi sayalım; İngiltere'den Liverpool; İtalya'dan Juventus; İspanya'dan Barcelona; Fransa'dan Lyon; İzlanda'dan Stjarnan; Almanya'dan Freiburg; Çek Cumhuriyeti'nden Mlada Boleslav...
Fazlaymış gibi hissedebilirsiniz. Ancak oyunu gerçekten sevince ve bir de günümüzün imkanları arttıkça tuttuğunuz takım sayısı bollaşabiliyor. Socrates'in Temmuz 2016 sayısında da Onur Erdem benzer noktaya temas ediyor.

Şimdi tekrar Bora'nın bahsettiği oligarşi dışı dönüşe gelelim. Takımlarımın ilk üçü elit, fazla kodaman. Onlardan da Barcelona, yani taraftarca söylersek Barça ise bu işin daha çok abartanı. Evet yıllar süren, adım adım gelen son, kapıya dayandı. Artık Barcelona'da o eski havayı, o özlediğim tadı bulamıyorum. Sebepleri çok; son dönemdeki vergi haberleri, 3 haneli paralar, istatistik zehirlenmesi, reklamlı forma, yapaylaşma. Bunlar için sevmemiştim. Çok değil 10-15 sene önce beğenip tutmaya başlarken çok ama çok farklı, özel bir havası vardı Barcelona'nın. Artık veda vakti...

Diğer takımlarda bunlar yok mu? Var. Ama Barcelona böyle değildi en azından.

İspanya'yı boş bırakmak da istemiyorum bir yandan. Uzun bir süredir "yükselenim" olan Valencia artık yeni adresim diyebilirim. Tabi bunun da nedenleri çok; Hayatımda tv'den naklen izlediğim ilk Şampiyonlar Ligi Finali'nin (2001) taraflarından birisi olması, Benitez'e olan hayranlığımın etkisi, mütevazı kadrosu, iyi ama süper olmayan oyuncuları. Öte yandan çok da kötü olmayıp bir başarı potansiyelini taşıması. Evet Avrupa'da bir takım tutuyorsak çile çekmeye gerek yok. Biraz da kupalara aday olsun açıkçası. Doğruya doğru.













Geçen sezonki 12.'lik sebebiyle Yarasalar bu sezon sadece İspanya sınırları içinde kalacak. Elbette bu durum çok uzun sürmez. Ligi artık daha başka bir heyecanla bekleyeceğim.

Son dönemin geleneği, özellikle transfer dedikodularında sıkça gördüğümüz bir "kanıtı" da ekleyelim buraya; Instagram takibi.


E artık hayırlara vesile olsun. :) Barça'dan geriye kalan tek iz, çantam olacak. O da kalsın öyle...

10 Ağustos 2016 Çarşamba

1 Numara'ya gecikmiş bir yazı...


Tatilin tatlı düzensizliği ve alçak darbe girişiminin yankıları derken bloga vakit ayıramadım, arayı soğuttum. Bu süre zarfında aklımdaki en temel konuların başında Euro 2016 finali ama onun da üstünde Ronaldo geliyordu.

Bu yaz iki dünya yıldızı Messi ve Ronaldo'nun ülkeleri ile mücadelelerine denk geldik. Hani normalde Copa America geçen yıl düzenlenmişti. 100. yıl onuruna bu yaz bir kez daha yapıldı. Üstüne Euro 2016 da olunca ara ara duyduğumuz "bilmem ne gezegeni Dünya'ya yaklaşıyor" içerikli haberler misali ender bir futbol hadisesi yaşandı.

Ve bu iki turnuva bu iki ismin gözyaşları ile hatırlanacak.

İlk netice Güney Amerika'dan geldi. Messi ve ülkesi geçen sene normal Copa America'da olduğu gibi yine Şili'ye, yine penaltılarla yenilerek kupayı kaçırdı. Messi penaltı atamayanlardan biriydi. Üzüntüsü ilk başta yürekleri acıttı. Buna karşın ardından gelen "artık bu kaçıncı final ben milli takımı bırakıyorum" demeci sevenlerini kendinden soğuttu, sevmeyenlerine malzeme çıkardı. Messi oyundan zevk almak yerine kupa endeksli olduğunu kanıtlayınca kaybedenler arasına yazdırdı adını.


İşin Avrupa ayağında ise sıkıcı maçların kapladığı turnuvada ev sahibi Fransa, Portekiz ile finale kaldı. 2004'te daha çok gençken kupayı kaçıran Ronaldo için yeni bir fırsat doğmuştu. Aldığı darbe sonrası büyük bir hüzünle oyunu terk eden Portekizli, tutkunun, oyun aşkının kupayla ölçülemeyeceğini kanıtlıyordu. Arkadaşı Eder, O'na ve tabi ki ülkesine kupayı kazandırırken yıllardır iki yıldız için söylenen "ülkeleri ile kupa alsınlar bakalım!" düsturu da sonucunu veriyordu. Evet artık Ronaldo, dünyanın 1 numarası oldu. Tarih kendisini çok ama çok güzel yazdı 11 Temmuz'un ilk saatlerinde...

12 Temmuz 2016 Salı

Rüya, Çıktı!


Ronaldo ve arkadaşları yıllardır süren hayali sahada Ronaldo olmadan da olsa gerçeğe dönüştürdüler ve Avrupa'nın zirvesine yerleştiler. Messi'nin "kupa gelmiyor" diye milli takımı bıraktığı bir yazda Ronaldo ülkesine kupa getirdi, en azından bu yolda büyük rol oynadı ve şimdi gerçekten dünyanın 1 numarası oldu.

3 Temmuz 2016 Pazar

Gerçek futbol başarısı


İşitme Engelliler Erkek Milli Futbol Takımı, Almanya'yı 2-1 mağlup ederek üst üste 2. kez dünya şampiyonu oldu.

Birileri "TRT'ye konuşmam", "Hepsinden tek tek hesap soracağım" vs. demeye devam etsin, prim peşinde koşmaya baksın...

28 Haziran 2016 Salı

Bir anket...




Dursun Özbek, Fatih Terim'i getirmek; A Spor daha fazla transfer geyiği yapabilmek; Volkan Demirel de "ben haklı çıktım" demek için.

Kitap: Ajax Barcelona Cruyff


Yazar: Frits Barend ve Henk Van Dorp
Kitap: Ajax Barcelona Cruyff Dikkafalı Bir Maestronun ABC'si
Yayınevi: İthaki Yayınları
Baskı Yılı: 2006
Sayfa Sayısı: 320

Yakın zamanda kaybettiğimiz Hollandalı bilge hakkında Barend ve van Dorp'un enfes çalışması. Cruyff ile kariyerleri boyunca yaptıkları söyleşiler bir arada. Eğer klişelerden sıkıldıysanız Johan hakkında fazlası bu kitapta. Evet o klişeler de var ancak daha yakından tanıma fırsatı da mevcut. Söyleşi formatının akıcılığı sayesinde okuması da bir hayli zevkli.

Teşekkürler Selçuk!


Kuat ile geldik, Brady ile gittik. (Nilay Yılmaz'a selam olsun...)

Euro 2016 serüveni gruplarda bitti bizim için. Üstüne çok yazıldı, çizildi. Belki anlatacaklarım treni kaçırmış birinin söyleyecekleri gibi olacak ama bunu da kendimce tuşlamak istedim.

Finallerin biletini Selçuk'un frikiği ile taçlandırdıktan sonra turnuva öncesi süreçte adil olduğunu düşündüğüm bir kadro açıklanmıştı. Yine eksiklikler vardı belki ancak özellikle sonradan çıkarılan isimlerin isabetli oluşu mutlu etmişti. Yakalanan hava da bizleri tekrar bütünleştirmişti. Yıllardır kutuplaştıran bir oluşumdan sonra böylesi iyi gelecek sandık.

Hırvatistan ve İspanya maçları ile bu durum bozuldu. Silik, bitmiş, zavallı görünümdeki takıma İspanya maçındaki izleyicilerden haklı tepkiler yükselmişti. Neden haklı; çünkü turnuva öncesinde çatlarcasına şişirilen bu takım 2008'in ötesini gerçekleştirme "hedefi" ile Fransa'ya uçmuştu. Sağda solda atılan havalar bizi öyle beklentilere soktu ki sahada bunun tam tersini görmek çoğu kişiyi çığırından çıkardı. Çek Cumhuriyeti maçında da tam tersi görüntü, "neredeydiniz?" sorusunu sordurttu. Belki maç günü çoğu kimse dillendirmedi ama sonradan akıllara düştü. İtalya, İrlanda'ya kaybedince en iyi üçüncülerden olma ihtimali de gitti ve veda geldi. Tabi orada bile bahane refleksi devredeydi ve suçlu yedeklerle çıkan İtalya olmuştu.

Özellikle İspanya maçı sonrasında yaşananlar, Erdoğan'ın da müdahil olması doğduğunu sandığımız o bütünlüğü de bitirdi. "Bizim buraya gelmemiz yeter" seviyesine indiler. Evet oraya çok süper bir performansla gitmedik ama sizler de "hedef kupa değil turnuvanın keyfi" diyebilme becerisine sahip olsaydınız keşke. İşte o zaman oyundan keyif almaya çalışırdı taraftarlar. Bir şey beklemezdi.

TRT'ye tavır alan hoca, tepki gösterenlerden tek tek hesap soracağını söyleyen bir kaptan, gol sevincinde kolunu terbiyesizce kullanan futbolcu... Bunlar seyircisine yüksekten bakan, kendi faşizmini yaratan Milli Takım'ın figürleri. Meğerse siz neymişsiniz! Selçuk o frikiği atmasaymış bunların farkında olmayacakmışız. Teşekkürler.

Ben artık "biz bitti demeden bitmez" maçoluğunda takılan, sistemsiz, akılcılıktan yoksun bir takım görmekten bıktım. Futbolun doğrularını yapın ve -zar zor katıldığınız- turnuvalarda iyi başlayın, güzel şeyler üretin. Madem siz tepki görmeyi hak etmiyorsunuz, biz de bunları hak etmiyoruz...

19 Haziran 2016 Pazar

Euro 2016 ikinci maçları; bize hüsran, onlara bayram

A

Fransa, Arnavutluk karşısında 2-0'la 3 puanı kaptı. Sonuç normal gibi gözükse de gol dakikalarının 90 ve 90+6 olması ev sahibini yine gelecek maçlar için şüphede bırakıyor. Tur bileti alındı ama bakalım ilerleyen bölümler neler getirecek?
Romanya ve İsviçre 1-1 ile umutlarını son maçlarına taşıdılar. İkincilik yolunda avantajlı olan İsviçre ama Rumenler de direkt uçuşu zorlayacak kapasitede olduklarını gösterdiler.


B

İngiltere, biraderi Galler önünde bayağı bir terledi. Sturridge'in 90+2'deki golü 2-1'lik galibiyeti getirmekle kalmadı, Ada Devi için gürültüleri de biraz olsun erteledi. Bale'in sırtladığı Galler ise Rusya maçına taşıdı umudunu.
Takımından ziyade seyircileri ile gündemde kalan Rusya, Slovakya'ya 2-1 kaybedince iyice turnuvadan düştüler. Son maçta İngilizler önünde az da olsa şansları var ama kimsenin onların tur atlamasını isteyeceğini tahmin etmiyorum.

C

Kuzey İrlanda, Ukrayna'yı 2-0 yenerek tarihinde ilk kez katıldığı bu turnuvada ilk galibiyetini aldı. Yoğun yağışlı mücadele bir tur "bereketi"ne vesile olur onlar için belki de.
Diğer maçta Almanya ile Polonya ses çıkarmadı. Turnuvanın ilk golsüz maçında sıkı bir kapışma bekleyenler hüsrana uğrarken, aksine 2 takım da sonuçtan memnun ayrıldı.





D

3-0'lık İspanya hüsranı bizi derinden üzdü. Ama en çok üzense sahadaki silik oyundu. Arda'ya gösterilen tepkilerin faturası yine taraftarlara çıktı ve Milli Takım, hocasıyla, futbolcularıyla bir kez daha seyircisine tepeden baktı! Turnuva öncesi yüklenen fazla gaz zehirlenme yaşattı. Fakat nasıl olsa fatura taraftara kesildi. Böyle güzel(!)
Diğer maçta ise düello yaşandı Çekler 2-0'dan 2-2 ile Hırvatistan'dan 1 puanı kaptı. Hırvat taraftarların meşaleleri akıllarda kaldı.

E

Eder'in golü ve çığlığı İsveç önünde İtalya'ya 1-0'lık galibiyeti getirdi. 6 puanla Gök Maviler tur biletini kaptı. Belki oyun hiç güzel değildi ama İtalya bu kültürü ile burada ve orada durup diğerlerini rahatsız etmeye devam edecekler. (Mevlüt Yüksel'e selam!)
Genç Belçika kendine geldi ve kupanın en yaşlısı İrlanda'yı 3-0 ile geçti. Bu turnuvayı önemli bir basamak olarak gören Lukaku da 2 golüyle isteğini, becerisini bu kez kanıtlamış oldu.



F

Beraberliklerin grubunda Portekiz, Avusturya ile golsüz bir mücadeleden çıktı. Gündem ise yine Ronaldo idi. Maç öncesinde çorap tercihi ile konuşulan -ki aslında hiç de bizi ilgilendirmeyen- Portekizli maç sonunda da güvenliğe rağmen bir taraftarın "selfie" isteğini kırmadı.
Diğer maçta İzlanda uzun süre önde götürdüğü randevuda Macaristan ile 88'de kendi kalesine attığı golle 1-1 berabere kaldı. Belki ülke adına bir ilk gerçekleşecekti ama olmadı. Bakarsın Avusturya maçına...

16 Haziran 2016 Perşembe

Ben yoksam maskem var


Almanya'nın renkli kulübü St. Pauli yine ilginç bir işe imza attı. Yeni transfer Marvin Ducksch'un imza törenine yetişemeyen teknik direktör Ewald Lienen, maskeli bir dublörle temsil edildi. Özellikle Ducksch'un "nereye geldim" tarzı bakışı da ayrıca efsane.

Euro 2016 ilk maçları; Yunanistan'ın ruhu, Löw'ün pislikleri, Ronaldo'nun kibri


Açılış Fransa'dan beklenen "muhafazakarlıkta" yani bilindik sembollerle yapıldı. Aksini düşünmek neredeyse zordu. İleride açılış seremonilerinin daha yaratıcı fikirlerle düzenlendiği dönemleri görebiliriz umarım.


A

Fransa, açılış maçında Romanya'yı 2-1 yenerek galibiyetle başlamış oldu. Turnuvada iyi performans sergilemesi beklenen Dimitri Payet 89'daki dramatik golüyle görevini yaptı ülkesini ve hocasını kurtardı.
Grubun diğer maçında da İsviçre, Arnavutluk'u 1-0 mağlup etti. Soydaşların kapışması umulan düzeyde olmasa da Arnavutluk adına kaçan fırsatlar yürekleri burktu.

B

Galler'in Slovakya'yı 2-1 yenerek başladığı yolculuğunda takımın umudu Gareth Bale frikik golüyle ülkesinin Avrupa Şampiyonları tarihindeki ilk golünü kaydetti.
İngiltere ise Rusya'ya 90+2'de 1-1 ile teslim olurken heyecan verici kadronun heyecana yenik düştüğü belli olmuştu. Maçın öncesindeki olaylar ise Rusya'nın başını çok ağrıttı ve diskalifiye edilmenin eşiğine getirdi.

C


Almanya Ukrayna'yı 2-0 yenerek başladı. Burası zaten normal. Maç esnasında Löw'ün hareketleri ise şimdiden "unutulmazlar" arasına girdi. E malum devir artık sosyal medya turnuvaları devri ve yapılan her tuhaf hareket anında yankı buluyor, iz bırakıyor. İz mi dedim ben!
Grubun diğer maçında da Polonya, Kuzey İrlanda'yı Lewandowski'nin değil Milik'in attığı golle 1-0 yendi ve turnuva tarihindeki ilk galibiyetini aldı. Ne diyelim, bu sefer daha sağlam geldikleri bu turnuvada aslında olması gereken buydu bir anlamda.

D

"Bizimkiler" şaşırtmadı ve 1-0'lık Hırvatistan yenilgisi ile başladı. Ancak Modriç'in golü esnasında Ozan'ın saç tarama hareketi biraz fazla öne çıktı. Öyle ki kötü oyun ve diğer isimlerin etkisiz oluşu da unutuldu gitti. Üstüne bir de Eyfel'i de kırmızı beyaz yaptık ya tamam! Kuleyi renklerine boyarsın eyvallah da bakalım tur atlayacak mısın;


Grubumuzun diğer maçında İspanya, biraz terlediği maçta Çek Cumhuriyeti'ni Pique'nin 87'deki golüyle 1-0 yendi. Favorinin kazanması bizim işimize de yarayabilir.

E


Sen Belçika dersin ama turnuvalara İtalya gelir; İtalyanlar altın jeneratörlü pardon jenerasyonlu Belçika'yı 2-0 yenerek bir kez daha tecrübenin önemini hatırlatmış oldu. Genç Belçikalılar'ın bıkkınlıklarına, 38'lik Buffon'un heyecanı ilaç oldu.
Diğer maçta İrlanda ile İsveç 1-1 ile yenişemedi. İbrahimoviç Clark'a zorla golü attırarak adresi şaşırmasına vesile oldu. Kendi arkadaşları atamıyorsa, gerekirse rakibe attırır Zlatan!

F















İzlanda, Portekiz'le 1-1 berabere kalarak tarihindeki ilk Euro maçına puanla başlamış oldu. Ronaldo hazretleri alınan 1 puana çılgınca sevinen İzlandalılar'ı "bu kafayla fazla gidemezler" diyerek eleştirdi. Ronaldo maçta ne yaptı derseniz; Koca bir hiç! Ayrıca maçın hemen bitiminde İzlanda kaptanı Aron Gunnarsson'un Ronaldo'dan forma istemesi ve olumsuz yanıt alması #ShirtsForAron etiketi ile dünyayı salladı.
Macaristan, Avusturya'yı 2-0 yenerek iyi başlayanlardan oldu ve açıkçası çoğu insanı şaşırttı.

Turnuvalar 2000'lerle birlikte az gollü başlangıçlara sahne olmaya başladı. Ancak Fransa 2016 biraz abarttı sanki. Yunanistan yok ama ruhu dolaşıyor. Umarım ikinci maçlarla toplam ya da tek taraflı 3'leri, 4'leri görebiliriz.

Tabi Cüneyt Çakır'ı unutmamak gerek. Portekiz - İzlanda maçındaki deparıyla turnuvanın en iyi 100 metresini koşmuş olabilir.

13 Haziran 2016 Pazartesi

Yeni Zelanda'dan 5. şampiyonluk


Yeni Zelanda, cumartesi günkü final maçında ev sahibi Papua Yeni Gine'yi 120 dakikası golsüz biten maçta penaltılarla 4-2 yenerek Okyanusya Uluslar Kupası'nda şampiyon oldu. Tarihindeki 5. şampiyonluğa ulaşan Yeni Zelanda böylece 2017 FIFA Konfederasyonlar Kupası'na katılma hakkını da elde etti.

8 Haziran 2016 Çarşamba

Euro 2016 yaklaşırken; F Grubu

Portekiz: 2000'lerle birlikte Avrupa Şampiyonaları'nda istikrarlı bir grafik çizen Portekiz bu sürede 2 yarı final ve 1 final gördü. Burada yine iyi işler çıkaracaklarını düşünüyorum. Hele ki bu grup onlar için çok sorun olmaz. Tek bilinmez nokta ulusal kahraman Cristiano Ronaldo'nun -hala- unutulmaz bir büyük turnuva performansı ortaya koyamamış olması. Üstüne son Şampiyonlar Ligi Finali şüpheleri artırdı. Evet tek başına olmuyor, iyi bir takım da gerek. Ancak şu da var ki Portekiz bu sefer iyi gençlerle burada. Artık Ronaldo'nun onlara öncülük yapması şart.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; André Gomes, Renato Sanches ve Rafa Silva.

İzlanda: Türkiye'nin yer aldığı eleme grubunda kimsenin tahmin etmeyeceği bir performansla ikinciliği kapan ada ülkesi tarihinde ilk kez bu arenada. Ülkenin futbol kahramanı Eidur Gudjohnsen takıma öncülük yapacak. Ancak 37'lik emektarın katkısının ne kadar üst düzey olacağı tartışmalı. İzlanda iyi bir hikaye yazdı ve buraya gelmeleri de güzel bir final aslında. Gruptan çıkacaklarını pek tahmin etmiyorum ne yazık ki. Ancak ilgim, alakam devam edecek illa ki!

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Alfred Finnbogason, Jón Dadi Bödvarsson ve Gylfi Sigurdsson.

Avusturya: Tek Avrupa Şampiyonası sınavını İsviçre ile ortaklaşa ev sahipliğini yaptığı 2008'de veren Avusturya o zaman çok silikti. Tarihinde ilk kez elemeleri geçerek finallere kalan takım bu kez daha iddialı. Namağlup ve sadece 5 gol yiyerek geldiler. Artık onların da bir star adayı var; Alaba. Bayern'in genç yıldızı bu turnuvada kalitesini ispatlamak isteyecek ve ülkesi de bundan faydalanabilir. Gruptaki ikincilik adayım kendileri olacak. Tur atlamaları sürpriz sayılmamalı.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; David Alaba, Julian Baumgartlinger ve Marko Arnautović.

Macaristan: Gücünü tarihten alan Macarlar, sönük yılların ardından 44 yıllık bir özlemi dindirerek Avrupa Şampiyonası'na kaldı. 1986 FIFA Dünya Kupası'ndan sonraki ilk uluslararası büyük turnuvaları olacak. Tarihindeki 2 Dünya Kupası ikinciliği geçmişin özlenen anıları. Ancak yılların verdiği boşluktan sonra çoğunluğu yaşlı sayılabilecek oyunculardan oluşan kadrolarının Avusturya ve Portekiz karşısında işleri zor. Onlar da büyük ihtimalle 3 maçla serüveni bitirmiş olacaklar.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Ádám Nagy, László Kleinheisler ve Nemanja Nikolić.

Euro 2016 yaklaşırken; E Grubu

Belçika: 16 yıllık hasretten sonra yine bir Avrupa Futbol Şampiyonası'nda yer alacaklar. Yakaladıkları heyecan verici jenerasyon ilk büyük sınavını 2014 FIFA Dünya Kupası'nda vermiş ve elde edilen çeyrek final başarısı gelecek adına umutları yükseltmişti. Şimdi asıl bulundukları kıtada çarpışacaklar. Yaşlı İrlanda ve tek adamlı İsveç karşısında işleri kolay. Bunun yanında İtalya'yı da devirebileceklerini tahmin ediyorum. Bu yüzden gruptaki net liderlik adayım kendileri olacak.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Divock Origi, Kevin De Bruyne ve Radja Nainggolan.

İtalya: Türkiye'nin katıl(a)madığı turnuvalardaki tuttuğum takım olan İtalya, son yıllara oranla heyecan verici isimlere sahip bir ekiple karşımızda. Evet Verratti ve Marchisio'nun yoklukları büyük eksiklik. Bu sebeple ilerleyen turlar adına hep soru işareti taşıyacaklar. Grup onlar için sorun çıkarmaz diye düşünüyorum. Lakin Belçika'nın arkalarında kalma ihtimalleri yüksek. Yani sıklıkla olduğu gibi Gök Maviler yine kağıt üstünde sağlam, çim üstünde "acabalı" bir halde.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Federico Bernardeschi, Alessandro Florenzi ve Simone Zaza.

İrlanda Cumhuriyeti: Turnuvanın en yaşlı takımı karşınızda. Katıldığı her organizasyonda sempatik bir takım olan ancak sonuca ulaşmada o kadar başarılı olamayan İrlanda için yine zor bir ortam. Sağlam Belçika ve gelenek taşıyıcısı İtalya önünde fark yaratamayacaklar. Diğer gruplardaki üçüncülük adaylarını düşününce en iyi üçüncü olma ihtimalleri de zor bence. İrlanda heyecanlı maçların müzmin kaybedeni olabilir yine.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Shane Long, Séamus Coleman ve James McCarthy.

İsveç: Zlatan ve arkadaşları Dünya Kupalarını ıskalamalarına karşın Avrupa heyecanını aksatmıyorlar. Üst üste 5. kez buradalar. Aslında ilk baştaki tanım, takımın ne kadar Portekiz ile birlikte tek adama bağlı oluşunu ortaya koyuyor. İbrahimoviç saha içinde ve dışında ülkenin sözcüsü konumunda adeta ve belki de son büyük turnuvası. Ancak hüsran yaşamaya yakın duruyorlar. Eğer grupta mümkün olduğunca kredi fazlası puan toplayabilirlerse 3.'lük kontenjanını zorlayabilirler.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Oscar Hiljemark, Patrik Carlgren ve Pontus Jansson.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Euro 2016 yaklaşırken; D Grubu

İspanya: 2014'tek hüsran İspanyollar'a bu turnuvada bir "özür" misyonu yüklüyor. Bir devrin değil bir ekolün takımı olduklarını kanıtlamaya çalışacaklar ve yine çoğu kişinin de bu yolda nefretiyle karşı karşıya kalacaklar. Üstelik bizim grubumuzda oldukları düşünülürse... İspanya bu noktada yeni bir "sürpriz" yaşatmaz diye tahmin ediyorum. Şaşaalı günlerde bile yokluğunu aradığı santrfor aktörünün eksikliğini bu turnuvada daha bir hissedecekler. O yüzden de kendi bildikleri ile değirmeni işletmeye çalışacaklar.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Koke, Lucas Vázquez ve Bruno Soriano.

Çek Cumhuriyeti: Türkiye'nin de yer aldığı unutulmaz kaotik eleme grubunda fırsatı değerlendirip zirvede tamamladı. Hollanda'nın tanınmaz halde olduğu, Türkiye'nin zirveyi değil artık son aşamada 3. olmayı arzuladığı ortam onlar için bitti. Son dönemdeki sönük jenerasyonu turnuvalara katılmalarına engel değil ancak ilerlemelerine de yardım etmiyor. 4. ve son sıraya demir atıp Haziran'da bu defteri kapatacaklar gibi.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Vladimír Darida, David Pavelka ve Tomáš Necid.

Türkiye: 2008'den sonraki en büyük turnuvamıza hazırız. Özellikle son dönemde tekrar inşa edilmeye başlanan bütünlük, turnuvaya yaklaştığımız günlerde kendini iyice hissettirdi. Akılcı yorumları yıkan bir takımız malum. Gruptan çıkamasak da şaşırmam lakin öyle güzel bir hava yakaladık ki ikinci sıra için çok şanslıyız. Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan maçlarını kimileri rövanş olarak lanse etse de bu durumun çok dert olacağını sanmıyorum. Terim'in nihai kadrosu da adil bir hava verdi. Artık tartışmak yersiz. Bekliyoruz, hazırız!

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Hakan Çalhanoğlu, Oğuzhan Özyakup ve Cenk Tosun.

Hırvatistan: Elemelerde yaşadıkları teknik adam krizini Ante Cacic ile aşmaya çalıştılar ve buraya ulaşmayı başardılar. Yerel bilge Cacic önderliğinde kapalı kutu konumundalar bana göre. Dikkat şart. Eğer işler umdukları gibi gitmezse oyuncuların kendilerini kurtarma savaşına da dönüşebilir. Takım birliğini yüksek oranda sağlayabileceklerini pek düşünemiyorum. 3. sıra için hiç olmazsa Çekler önünde daha avantajlılar. Ancak 3.'lükleri "en iyiler"den olur mu gerçekten yorumu pek zor.

Öne çıkacaklarını düşündüğüm futbolcular; Marcelo Brozović, Andrej Kramarić ve Nikola Kalinić.